Hatay – Antakya

Hatay – Antakya

Hatay yöresi, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Yöredeki yerleşmelerin tarihi, yaşamı kolaylaştıran ılıman iklim koşulları ve verimli toprakların varlığı nedeniyle, İÖ 100,000’le başlatılan Orta Paleolitik Dönem’e uzanmaktadır. Hatay yöresini çekici kılan ve tarihin her döneminde göçlere açık olmasını sağlayan bir başka özellik de, Anadolu’yu Çukurova yoluyla Suriye-Filistin’e bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmasıdır. Ayrıca, Mezopotamya’dan Akdeniz’e çıkmak için kullanabilecek en uygun limanlar yine Hatay yöresindedir. Hatay adının kaynağına ilişkin ilk bilgiler İÖ 1200’le başlayan Genç Hitit prenslikleri dönemine tarihlenmektedir. Bu dönemde, Amik Ovası´ndaki Hitit Prenslikleri’nin birleşerek Hattena Krallığı adını aldıkları bilinmekte, Hatay adının da buradan geldiği sanılmaktadır. Yöreye bu adı 1936’da Atatürk vermiştir. Hattena Krallığı’nın başkenti, bugünkü Kırıkhan yakınlardaki Kanula (Çatalhöyük)’te kalıntıları bulunan yerleşim yeridir. Hatay ilinin merkez ilçesi olan Antakya’nın ise İ.Ö. 300 yılında Seleukos, 1. Nikator’un babası Antiokhos’un ismi verilerek Antiokheia ismi verilmiştir.
Nasıl Gidilir?
Antakya İstanbul’a 1100, Ankara’ya 670, İzmir’e 1080 km. mesafededir. Hatay’a Türkiye’nin her yerinden otobüsle ulaşım rahatça yapılabilmektedir. Ayrıca İstanbul ve Ankara’dan her gün direkt uçuş vardır.
Gezilecek Yerler
SELEUKEIA PIERIA (SAMANDAĞ – ÇEVLİK)
Antakya’nın 35 km batısında, Musa dağının güneyinde M.Ö. 300 yılının Nisan ayında kurulmuş antik şehirdir.Sınırları batıda Manisa, doğuda Sardes’e kadar uzanan Seleukos Krallığı’na başkent olmuştur. Bu bölgede ilk iskânının Merdivenli Mağara ve Üç Ağızlı Mağarası’nda yapılan kazılar sonucu üst Paleolitik‘e dek uzandığını ortaya çıkartmıştır. Bütün dünyaca bilinen tarihi, Seleukoslar ile başlamaktadır. Büyük İskender’in ölümünden sonra generalleri arasında paylaşılan ve burayı da içine alan topraklar generallerinden Seleukos’a kalmaktadır. Seleukoslar merkezleri Babil olmasına rağmen buradan Akdeniz’e hükmetmek istemekteydiler. O dönem için İskenderiye’den sonra Akdeniz’deki 2. büyük limandır.

Roma egemenliğine geçtiğinde de önemi daha da artmıştır. Daha sonra Bizans hâkimiyetine geçmiştir. Bu dönemde limanın eski önemini kaybettiğini görülmektedir.
Seleucia Pieria şehri aşağı ve yukarı şehir olmak üzere iki kısımdan kurulmuştur. Yukarı şehir deniz seviyesinden 300 metredir. Burada büyük malikâneler, mabetler ve resmi binalar bulunmaktadır. Aşağı şehir liman ve çevresinde kurulmuştur. Aynı zamanda burada büyük bir hamam ve küçük bir tiyatro bulunmaktadır.
Şehrin tamamı bir surla çevrilidir. Şehrin çarşı ve el-mina ismini taşıyan iki kapısı bulunmaktadır. En ilgi çekici eserlerden biride Titus Vespasianus Tüneli’dir. Seleukeia Pieria kent limanının sel suları ile dolmasını engellemek amacıyla Vespasianus zamanında, M.S. 69 yılında tünelin yapımına başlanmıştır. Vespasianus’un oğlu Titus zamanında, M.S. 81 yılında tamamlanan tünel 1380m uzunluğunda, ortalama 7metre yükseklik ve 6 metre genişliğe sahiptir. Beşikli Mağara, Dor Mabedi görülmeye değer diğer mekanlardır.
ANTAKYA KALESİ
M.Ö.300 yıllarında Büyük İskender’in generallerinden Seleucos I. Nikator tarafından kurulan Antakya kalesi dünyanın önemli yapıları arasında yer almaktadır. Türkiye’de ise İstanbul’un tarihi yarımadasını çepeçevre saran surlardan sonra 2. en uzun surlara sahiptir. 12 km uzunluğunda olan surların 360 kuleden oluştuğu düşünülmektedir. Sırasıyla Seleukos’lar Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanılarak zamanımıza kadar gelebilmiştir.  Sayısız depremler ve savaşlar sonucunda çok harap olmuştur. Bugün ayakta kalan duvarların büyük bir kısmı M.S.6.yy’da Bizans İmparatoru Justianus tarafından yaptırılmıştır. Kale duvarları; Asi nehrinin kenarından başlayarak Silpius dağları arasında dolanıp, Küçükdalyan’da tekrar nehre kavuşmaktaydı. Surlar üzerinde yürüme yolları bulunmaktaydı. Bu yollar sayesinde surlar üzerinden yürünerek tüm kentin etrafını dolaşmak mümkündü. Şimdi ancak Silpius dağı (Habib-i Neccar )  üzerindeki kısımları ve iç kaledeki kalıntılar bulunmaktadır. Kalenin, kuzeyde Halep Kapısı (St. Paul), doğuda Demir Kapı, güneyde Şam Kapısı, batıda Köprü kapısı ve kuzeybatıda Köpek Kapısı olmak üzere 5 kapısı vardır.
ANTAKYA MOZAİK MÜZESİ (HATAY ARKEOLOJİ MÜZESİ)
Mozaik koleksiyonu zenginliği yönünden dünyada ikinci, para koleksiyonu yönünden ise üçüncü sırada yer alır. Harbiye, Antakya, Aççana, Çevlik, ve İskenderun’da yapılan kazılarda bulunan çeşitli süs eşyaları, heykeller, mezarlar da sergilenen eserler arasındadır.  Müzede sergilenen eserlerin çoğunluğu Antakya’nın Roma dönemine ait mozaiklerden oluşmaktadır.  Paleolitik Çağdan itibaren zamanımıza kadar her devrin çeşitli ve tarihi vesikalarını bünyesinde toplayan Hatay’da ilk kez 1932 yıllarında bilimsel kazılara başlanmıştır.Bu gün sergilenen eserlerin çoğu bu yıllarda yapılan  kazı çalışmaları sonucu keşfedilmiştir.Çalışmaların henüz ilk yıllarında bulunan çok sayıdaki eserlerden dolayı, Fransız idaresinde bulunan Hatay’da görevli, Antikiteler müfettişi M.Prost’un isteğiyle Antakya’da bir müze kurulmasına karar verilmiştir. Müzedeki mozaiklerin çoğunda mitolojik konular resmedilmiştir. Müzede ayrıca heykeller de bulunmaktadır.Bu heykellerin en büyüğü 3 metrelik Apollon heykelidir.Müze kazılardan çıkan süs eşyaları, ziynet eşyaları ,sikkeler gibi arkeolojik buluntular da bulunuyor.

HARBİYE (DAPHNE)
Hatay’ın doğal güzelliklerinin başında il merkezine 7 km. uzaklıktaki Harbiye gelmektedir. Harbiye ismini tarihte ’Daphne’ ya da ’Defne’ olarak duyurmuştur.  Yüzlerce yıllık bir yerleşim yeridir. E-91 karayolu, Harbiye’den 55 km sonra Suriye sınırından geçip Ortadoğu’ya uzanan yeşil alanlarının fazla olması ve şelalelerinin güzelliği ile ünlenmiş, Harbiye de konumu itibari ile Ortadoğu’yu Türkiye’ye bağlayan yol üstünde bulunduğundan bu ülkelerden gelen turistlerin hem uğrak yeri, aynı zamanda da konaklama ve eğlence yeridir. Oteller (ikisi işletme belgeli olmak üzere toplam 5 adet otel bulunmaktadır) ve çok sayıda pansiyon yanında, halkın bir bölümü evlerinin bir kısmını yaz mevsiminde turistlere kiraya vermektedir. Turistler, genellikle Arap ülkelerinden gelmektedir. Aynı zamanda burası şelaleler bölgesi olup, tabiat güzellikleri ve çağlayanlar arasında çeşitli turistik tesisleri bulunmaktadır. Mitolojide Daphne’nin bir de efsanesi bulunmaktadır: Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon, ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görmüştür. Bu kızın ismi Daphne’dir. Apollon Daphne ile ilişki kurmak ister ancak, Daphne kaçar, Apollon da onu kovalar. Apollon; “Kaçma seni seviyorum” diye bağırır. Daphne ise Tanrılarla sevişen kadınların başlarına neler geldiğini bildiği için korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder. Diğer taraftan Apollon, bu güzel kızı mutlaka yakalamak istemektedir. Aralarındaki mesafe gittikçe kısalır ve Apollon Daphne’ye yaklaşır. Kurtulamayacağını anlayan  Daphne, birden durur ve bağırır: “Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru”.

Bu yalvarış üzerine Daphne vücudunun ağırlaştığını, odunlaştığını hisseder. Göğüslerini gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür, kolları dallar halinde uzar, ayakları kökleşerek toprağın derinliklerine dalar. Bir anda Daphne, bir defne ağacına dönüşür. Bu olay karşısında Apollon ağaca sarılır ve seslenir: “Daphne, bundan sonra sen, Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. Değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. Şarkılarda, şiirlerde adımız yan yana geçecek.”
Bu öykünün geçtiği yer bugünkü Harbiye’dir.
ST.PİERRE KİLİSESİ
St. Pierre Kilisesi, Asi Nehri’nin batısında, Hac Dağı’nın batı eteklerinde yer almaktadır.Kayalara oyulmuş 13 metre derinliğinde, 9.5 metre genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde,kesin inşa tarihi bilinmemekle birlikte Aziz Petrus’un ilk kez vaaz verdiği yer olduğuna inanılan mağaranın dışına, Hıristiyanlığın Roma Devleti tarafından resmi din olarak kabul edilmesinden sonra yapılan eklemelerle kilise formunu kazanmıştır.

St. Pierre Kilisesi, kendilerini ilk kez “Hıristiyan” olarak adlandıran insanların dinsel yaşamına tanıklık etmiş, Hıristiyanlık dininin, özellikle Aziz Petrus’un ilk Papa olarak kabul edilmesinden dolayı Katolik inancının Dünya’ya yayılmasında bir merkez konumunu kazanmıştır.Günümüzde bir müze olan kilisede valiliğin izniyle müze müdürlüğü denetiminde ayin yapılabilmektedir.